8 Mart 2015 Pazar
Uzun Zaman Oldu Yazmayalı
Taşınmak zor zanaat. Bir yerlerden gitmeyi hiçbir zaman sevmemişimdir. Nitekim Brezilya'dan ayrılırken de zorlandım. Bi kere havası güzeldi, hem de çok. Hoş, bulunduğum şehirden de memnunum; isteyerek geldik. Tanıdıkça daha da sevmeye başladım Erzurum'u. Gerçi ben yaşadığım yerleri hep sevmişimdir. Aslında bir Pollyanna değilim. Ama nefes almanın, alabilmenin, güneşi görebilmenin ve doğayı koklayabilmenin kıymetini biliyorum.
Velhasılıkelam, eve döndüm :)
Çok uzaklarda, okyanus ötesinde dost biriktirdim. Bu bana verilen en büyük hediye oldu. Dil, din, ırk ve rengin aslında sadece ego savaşı olduğunu da bir kez daha anladım bu dostlarımla birlikte.
Taşınmak, yeni bir şehre alışmak, yeni arkadaşlar edinmek elbette zaman aldı. Düzen kuruldu. Bu süre içerisinde yazmaktan kopmadım elbette. Yazmayı seviyorum çünkü. Ama birgün "çok sevdiğin bu işten para kazanacaksın" deseler inanmazdım doğrusu :) Yazmaya değil de blog'a ara vermemin başlıca sebebi budur.
Eskisi kadar sık yazar mıyım blog'a, bilmiyorum. Fırsat buldukça diyelim.
Sanal dostlarım, sizi özledim! :)
18 Temmuz 2014 Cuma
Yemek Yapıyoruz #21
Uzun zamandır yaptığım yemekleri yazamadım bloğuma. Ama fotoğraflarını çekmeyi unutmadım sanat eserlerimin :) Her ne kadar ömrü en fazla 10 dakika olsa da, ben sanat eseri diyorum süslenmiş tabaklara :)
Muzlu rulo pasta hepimizin klasiklerindendir. Çocukluğumuzun pastası bu sanırım :)
İzmir Köfte'nin farklı şekilde yorumlanmış hali. Yemeklerde kızartmayı çok tercih etmiyoruz eşimle. Her ne kadar daha lezzetli olsa da ağır geliyor bize. O yüzden köfteleri top top yuvarlayıp 200 dereceli fırında 20 dakika kadar pişirdim. Patatesler de öyle. Ve üzerine salça sosu yapıp servis ettim.
Susamlı Haşhaşlı Kurabiye
Malzemeler
Öncelikle susam ve haşhaş ayrı ayrı, 15-20 dakika kadar teflon tavada kavrulur. Daha sonra oda sıcaklığındaki yağ ve diğer tüm malzemeler karıştırılarak hamur haline getirilir ve ceviz büyüklüğündeki toplara hafif yassı şekil verilir. Önceden ısıtılmış fırında 180 derecede pişirilir.
Açıkçası bana biraz ağır geldi bu kurabiye. Hem susam hem tereyağı beni pek açmadı ama beğenen arkadaşlarım oldu.
Peru tatilimizde, marketten aldığım toz pakette satılan "mazamorra morada" tatlısını pişirdim evde. Mor mısırdan elde edilen bir tatlıymış. Ben tadını aşureye benzettim biraz. Çok baskın olmayan bir tadı vardı, güzeldi.
Peru'da denediğim bütün lezzetleri evde yapmalıyım diyerek yaptığım guakamole sosu ve yanında peynirli doritos. Kim takar kaloriyi :)
Hazır baklava yufkasından, rulo şekil vererek yaptığım baklava. Şerbetini koyu yapıp, hem baklava hem de şerbet soğukken döktüm. Amacım baklavanın daha uzun sürede yumuşamasını sağlamaktı. İç kısımlara şerbeti çekmesi 6-7 saati aldı ama gayet güzel oldu.
Ceviche tarifini paylaşmıştım bloğumda. Linki burada.
Çiğden rendelediğim pancarı yoğurt, sarımsak, doğranmış ceviz, zeytinyağı ve biraz tuzla karıştırdım. Enfes bir salata.
Bu da evdekileri değerlendirme salatası oldu. Domates, salatalık, kuru soğan, kuru nane, havuç, palmito ve sostan ibaret.
Sarımsaklı brokolili pilav Brezilya'ya ilk geldiğimizde bize çok ağır gelen bir yemekti. Brezilyalılar pilavı genelde sarımsaklı yaparlar. Tereyağında hafif kavrulan sarımsakların kokusu bütün apartmanı kısa sürede sarar. Uzun süre yiyememiştik ama zamanla insan her şeye alışıyor, malum. Şimdi favori yiyeceklerimizden oldu kendisi. İlk deneyen için belki çok güzel gelmeyebilir tadı ama değişik tadları denemeyi seviyorsanız bu pilava fırsat verin derim.
Sarımsaklı Brokolili Pilav
Malzemeler
* 2 diş sarımsak
* 1 küçük boy brokoli
* 1 yemek kaşığı tereyağı
* 1 yemek kaşığı zeytinyağı
* Yarım su bardağı beyaz pirinç
Yapılışı
Tereyağı teflon tavada eritildikten sonra zeytinyağı eklenir ve küçük küçük doğranmış sarımsaklar kavrulur. Daha sonra yıkanmış pirinçler eklenir ve bir süre kavrulduktan sonra üzerini 2 parmak geçecek kadar su ilave edilir. Bu esnada yıkanmış ve küçük küçük doğranmış brokoli de ilave edilir. Brokoli önceden haşlanmaz, çiğden atılır. Tuzu da eklendikten sonra kısık ateşte pişmeye bırakılır.
Muhallebili milföy tatlısı favori tatlımız oldu ama kolay gibi görünse de biraz zahmetli bir tatlı. Ben bu kadar fazla aşamadan oluşan tatlılarda uğraşmayı sevmiyorum o yüzden bunları eşim yaptı. Muhallebisi alçı gibi katı olursa daha iyi olur böylece milföyler çıtırlıklarını uzun süre korur. Yine de 5 saat içinde tüketilmesi tavsiye edilir. Aralarına da çilek gibi hafif ekşi meyveler çok yakışır.
Muhallebisinin tarifi
1 fincan süt
2 yemek kaşığı un
1 paket toz krem şanti
Yapılışı
Süt ve un bir tencerede karıştırıldıktan sonra ocağa alınarak kaynatılır. Kıvamlı bir muhallebi elde edeceğiz. Tabii bu benim tercihimdi. Siz daha yumuşak bir muhallebi isterseniz un miktarını yarıya indirebilirsiniz. Kıvam alan muhallebi ılıdıktan sonra toz krem şanti içine dökülür ve mikserle 10 dakika kadar çırpılır. Daha sonra 1 saat kadar buzdolabında bekletilir. Fırında pişen milföylere sürülmek üzere hazırdır artık.
Fincan kadayıf, porsiyonluk olduğu için servisi kolay ve görüntüsü güzel bir tatlı oldu. Bir fincanın içine iyice bastırarak bir miktar kadayız konduktan sonra dövülmüş ceviz konur ve üzerine tekrar bir parça kadayıf eklenir. Daha sonra fırın tepsisine bardağı ters çevirmek suretiyle aktarılır. Üzerine göz kararı erimiş tereyağı dökülür. 180 derecede kızarana kadar pişirilir ve ilk sıcağı gittikten sonra ılık şerbet dökülür.
Hasanpaşa köfteyi de porsiyonluk olması sebebiyle seviyorum, servisi kolay oluyor çünkü :)
Dalyan köfte ve yanında fırında pişmiş patates.
Fırın patates, için orta boy bir patates 220 derece fırında yarım saat kadar pişirilir. Biraz soğuması beklendikten sonra içine biraz tereyağ, tulum peyniri ve kaşar peyniri konur. Tekrar fırınlanır, kaşarlar eriyince servise hazırdır.
Arnavut ciğeri seviyoruz biz. Tabağımızın porsiyonundan belli :)
Bu da misafir sofralarımdan biri.
Peynirli milföy börekler.
Şakşuka. Yoğurdunu tabağın tabanına serdikten sonra üzerine kızartmaları ve domates sosu döküyorum.
Bir arkadaşımdan aldığım humusun tarifini hemen uygulamaya geçirdim. Fena olmadı sanırım :)
Humus, haşlanmış ve kabukları soyulmuş 2 su bardağı kadar nohut ocakta biraz suyla hafifçe ezilerek karıştırılır. Suyunu çektikten sonra el blendırıyla pürüzsüz hale getirilir. 2 yemek kaşığı limon, 1 tatlı kaşığı tahin, karabiber, kimyon, tuz, zeytinyağı ve küçük doğranmış sarımsak ilave edilir. Üzerine ister tereyağı yakılır isters zeytinyağıyla servis yapılır.
Göbek marul yıkanıp, kurutulduktan sonra doğranır. Marketten alınan peynirli salata sosuyla harmanlanır. İçine tavada pişirilen peynir, kuru domates, kruton eklenir.
Bunlar da misafirimizin getirdiği "tapioca"lar. Üzerlerine tereyağı sürüp parmesan peyniri serpildikten sonra fırına verildiler. Parmesan peynirleri fırında kızarınca tadı Düzce, Bolu taraflarında meşhur olan "keş peyniri" nin tadına benzedi aynı. Üniversite yıllarında Geredeli can arkadaşımın getirdiği keş peynirler geldi aklıma. Öteki can arkadaşımla yerdik afiyetle :) Sanırım o yüzden çok sevdim bu parmesanlı tapiocayı.
Muzlu rulo pasta hepimizin klasiklerindendir. Çocukluğumuzun pastası bu sanırım :)
İzmir Köfte'nin farklı şekilde yorumlanmış hali. Yemeklerde kızartmayı çok tercih etmiyoruz eşimle. Her ne kadar daha lezzetli olsa da ağır geliyor bize. O yüzden köfteleri top top yuvarlayıp 200 dereceli fırında 20 dakika kadar pişirdim. Patatesler de öyle. Ve üzerine salça sosu yapıp servis ettim.
Susamlı Haşhaşlı Kurabiye
Malzemeler
- 100 gr. tereyağı
- Yarım çay bardağı haşhaş
- Yarım çay bardağı susam
- Yarım çay bardağı sıvı yağ
- 1 çay bardağı pudra şekeri
- Yarım paket kabartma tozu
- Aldığı kadar un
Öncelikle susam ve haşhaş ayrı ayrı, 15-20 dakika kadar teflon tavada kavrulur. Daha sonra oda sıcaklığındaki yağ ve diğer tüm malzemeler karıştırılarak hamur haline getirilir ve ceviz büyüklüğündeki toplara hafif yassı şekil verilir. Önceden ısıtılmış fırında 180 derecede pişirilir.
Açıkçası bana biraz ağır geldi bu kurabiye. Hem susam hem tereyağı beni pek açmadı ama beğenen arkadaşlarım oldu.
Peru tatilimizde, marketten aldığım toz pakette satılan "mazamorra morada" tatlısını pişirdim evde. Mor mısırdan elde edilen bir tatlıymış. Ben tadını aşureye benzettim biraz. Çok baskın olmayan bir tadı vardı, güzeldi.
Peru'da denediğim bütün lezzetleri evde yapmalıyım diyerek yaptığım guakamole sosu ve yanında peynirli doritos. Kim takar kaloriyi :)
Hazır baklava yufkasından, rulo şekil vererek yaptığım baklava. Şerbetini koyu yapıp, hem baklava hem de şerbet soğukken döktüm. Amacım baklavanın daha uzun sürede yumuşamasını sağlamaktı. İç kısımlara şerbeti çekmesi 6-7 saati aldı ama gayet güzel oldu.
Ceviche tarifini paylaşmıştım bloğumda. Linki burada.
Çiğden rendelediğim pancarı yoğurt, sarımsak, doğranmış ceviz, zeytinyağı ve biraz tuzla karıştırdım. Enfes bir salata.
Bu da evdekileri değerlendirme salatası oldu. Domates, salatalık, kuru soğan, kuru nane, havuç, palmito ve sostan ibaret.
Sarımsaklı brokolili pilav Brezilya'ya ilk geldiğimizde bize çok ağır gelen bir yemekti. Brezilyalılar pilavı genelde sarımsaklı yaparlar. Tereyağında hafif kavrulan sarımsakların kokusu bütün apartmanı kısa sürede sarar. Uzun süre yiyememiştik ama zamanla insan her şeye alışıyor, malum. Şimdi favori yiyeceklerimizden oldu kendisi. İlk deneyen için belki çok güzel gelmeyebilir tadı ama değişik tadları denemeyi seviyorsanız bu pilava fırsat verin derim.
Sarımsaklı Brokolili Pilav
Malzemeler
* 2 diş sarımsak
* 1 küçük boy brokoli
* 1 yemek kaşığı tereyağı
* 1 yemek kaşığı zeytinyağı
* Yarım su bardağı beyaz pirinç
Yapılışı
Tereyağı teflon tavada eritildikten sonra zeytinyağı eklenir ve küçük küçük doğranmış sarımsaklar kavrulur. Daha sonra yıkanmış pirinçler eklenir ve bir süre kavrulduktan sonra üzerini 2 parmak geçecek kadar su ilave edilir. Bu esnada yıkanmış ve küçük küçük doğranmış brokoli de ilave edilir. Brokoli önceden haşlanmaz, çiğden atılır. Tuzu da eklendikten sonra kısık ateşte pişmeye bırakılır.
Muhallebili milföy tatlısı favori tatlımız oldu ama kolay gibi görünse de biraz zahmetli bir tatlı. Ben bu kadar fazla aşamadan oluşan tatlılarda uğraşmayı sevmiyorum o yüzden bunları eşim yaptı. Muhallebisi alçı gibi katı olursa daha iyi olur böylece milföyler çıtırlıklarını uzun süre korur. Yine de 5 saat içinde tüketilmesi tavsiye edilir. Aralarına da çilek gibi hafif ekşi meyveler çok yakışır.
Muhallebisinin tarifi
1 fincan süt
2 yemek kaşığı un
1 paket toz krem şanti
Yapılışı
Süt ve un bir tencerede karıştırıldıktan sonra ocağa alınarak kaynatılır. Kıvamlı bir muhallebi elde edeceğiz. Tabii bu benim tercihimdi. Siz daha yumuşak bir muhallebi isterseniz un miktarını yarıya indirebilirsiniz. Kıvam alan muhallebi ılıdıktan sonra toz krem şanti içine dökülür ve mikserle 10 dakika kadar çırpılır. Daha sonra 1 saat kadar buzdolabında bekletilir. Fırında pişen milföylere sürülmek üzere hazırdır artık.
Fincan kadayıf, porsiyonluk olduğu için servisi kolay ve görüntüsü güzel bir tatlı oldu. Bir fincanın içine iyice bastırarak bir miktar kadayız konduktan sonra dövülmüş ceviz konur ve üzerine tekrar bir parça kadayıf eklenir. Daha sonra fırın tepsisine bardağı ters çevirmek suretiyle aktarılır. Üzerine göz kararı erimiş tereyağı dökülür. 180 derecede kızarana kadar pişirilir ve ilk sıcağı gittikten sonra ılık şerbet dökülür.
Hasanpaşa köfteyi de porsiyonluk olması sebebiyle seviyorum, servisi kolay oluyor çünkü :)
Dalyan köfte ve yanında fırında pişmiş patates.
Fırın patates, için orta boy bir patates 220 derece fırında yarım saat kadar pişirilir. Biraz soğuması beklendikten sonra içine biraz tereyağ, tulum peyniri ve kaşar peyniri konur. Tekrar fırınlanır, kaşarlar eriyince servise hazırdır.
Arnavut ciğeri seviyoruz biz. Tabağımızın porsiyonundan belli :)
Bu da misafir sofralarımdan biri.
Peynirli milföy börekler.
Şakşuka. Yoğurdunu tabağın tabanına serdikten sonra üzerine kızartmaları ve domates sosu döküyorum.
Bir arkadaşımdan aldığım humusun tarifini hemen uygulamaya geçirdim. Fena olmadı sanırım :)
Humus, haşlanmış ve kabukları soyulmuş 2 su bardağı kadar nohut ocakta biraz suyla hafifçe ezilerek karıştırılır. Suyunu çektikten sonra el blendırıyla pürüzsüz hale getirilir. 2 yemek kaşığı limon, 1 tatlı kaşığı tahin, karabiber, kimyon, tuz, zeytinyağı ve küçük doğranmış sarımsak ilave edilir. Üzerine ister tereyağı yakılır isters zeytinyağıyla servis yapılır.
Göbek marul yıkanıp, kurutulduktan sonra doğranır. Marketten alınan peynirli salata sosuyla harmanlanır. İçine tavada pişirilen peynir, kuru domates, kruton eklenir.
Bunlar da misafirimizin getirdiği "tapioca"lar. Üzerlerine tereyağı sürüp parmesan peyniri serpildikten sonra fırına verildiler. Parmesan peynirleri fırında kızarınca tadı Düzce, Bolu taraflarında meşhur olan "keş peyniri" nin tadına benzedi aynı. Üniversite yıllarında Geredeli can arkadaşımın getirdiği keş peynirler geldi aklıma. Öteki can arkadaşımla yerdik afiyetle :) Sanırım o yüzden çok sevdim bu parmesanlı tapiocayı.
14 Haziran 2014 Cumartesi
Ceviche Tarifi/Peru Yemeği
Peru'ya gitmeden önce Brezilya'da bir restoranda seviçeyi denemiştim ama aslında seviçenin çok daha farklı yapıldığını öğrendim Peru'da yedikten sonra.
Peru'dan döner dönmez, bir 'Peru Yemekleri' sitesinden bulduğum tarifi denedim hemen. Eşim de ben de Peru'da yediğimizin neredeyse aynısı olduğuna kanaat getirince bu tarifi paylaşmak istedim.
Öncelikle belirtmemde fayda olacak; seviçe, balığın limonun asidinde pişirilerek servis edildiği bir yemektir. Ne sashimi kadar çiğ, ne de hamsi tava kadar pişmiştir :) Ateş görmez. Eğer çiğ balık yeme fikrine yakın değilseniz çok beğeneceğiniz bir yemek olmayacaktır seviçe.
Malzemeler (2 kişilik)
300 gram balık (levrek, somon, alabalık olabilir)
2 adet limon
1 çay bardağı soğuk süt
1 orta boy kırmızı soğan
2 adet Meksika biberi (herhangi bir acı biber de olur)
Yarım demet taze kişniş yaprağı
Tuz, karabiber
Yapılışı
İlk olarak balık küçük küpler halinde kesilir. Derin bir kaseye konan balıkların tuzu serpildikten sonra içine iki limon sıkılır. Ben bu şekilde 15-20 dakika kadar buzdolabında beklettim ki biraz daha asitte pişsin. Daha sonra üzerine soğuk süt ve D şeklinde ince kesilmiş soğan eklenip karıştırılır. İnce ince kıyılmış olan acı biber ve kişniş de eklendikten sonra son olarak biraz karabiber serpilir ve servis tabağına alınır. Dilerseniz haşlanmış patatesle de servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun :)
Önemli not: Elleriniz benimkiler kadar hassassa şayet, biberi doğrarken eldiven giymeyi unutmayın, yoksa vay halinize :))
Peru'dan döner dönmez, bir 'Peru Yemekleri' sitesinden bulduğum tarifi denedim hemen. Eşim de ben de Peru'da yediğimizin neredeyse aynısı olduğuna kanaat getirince bu tarifi paylaşmak istedim.
Öncelikle belirtmemde fayda olacak; seviçe, balığın limonun asidinde pişirilerek servis edildiği bir yemektir. Ne sashimi kadar çiğ, ne de hamsi tava kadar pişmiştir :) Ateş görmez. Eğer çiğ balık yeme fikrine yakın değilseniz çok beğeneceğiniz bir yemek olmayacaktır seviçe.
Malzemeler (2 kişilik)
300 gram balık (levrek, somon, alabalık olabilir)
2 adet limon
1 çay bardağı soğuk süt
1 orta boy kırmızı soğan
2 adet Meksika biberi (herhangi bir acı biber de olur)
Yarım demet taze kişniş yaprağı
Tuz, karabiber
Yapılışı
İlk olarak balık küçük küpler halinde kesilir. Derin bir kaseye konan balıkların tuzu serpildikten sonra içine iki limon sıkılır. Ben bu şekilde 15-20 dakika kadar buzdolabında beklettim ki biraz daha asitte pişsin. Daha sonra üzerine soğuk süt ve D şeklinde ince kesilmiş soğan eklenip karıştırılır. İnce ince kıyılmış olan acı biber ve kişniş de eklendikten sonra son olarak biraz karabiber serpilir ve servis tabağına alınır. Dilerseniz haşlanmış patatesle de servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun :)
Önemli not: Elleriniz benimkiler kadar hassassa şayet, biberi doğrarken eldiven giymeyi unutmayın, yoksa vay halinize :))
9 Haziran 2014 Pazartesi
Machu Picchu & Lima/Peru Gezimiz *Bol Fotoğraf
Bu tatili planlarken asıl amacımız Machu Picchu’ya gitmekti.
Lima’yı da hazır Peru’ya gitmişken görelim diyerek son 2 güne ekledik. Ama
Brasilia’dan Machu Picchu’ya direkt gitmek uzun, yorucu ve çetrefilli oldu.
Ve bir de video yaptık :)
06.05.2014 tarih çıkışlı güzergahımız şöyleydi;
*Brasilia-Sao Paulo 2 saatlik uçak yolculuğu (Sao Paulo’da 5
saat bekleyiş)
*Sao paulo-Lima 5 saatlik uçak yolculuğu (Lima’da 6 saat
bekleyiş. Bu sürede havaalanına yakın bir otele gidip uyuduk.)
*Lima-Cusco 2 saatlik uçak yolculuğu
*Cusco-Ollantaytambo 2,5 saatlik minübüs yolculuğu
*Ollantaytambo-Aguas Calientes 3,5 saatlik tren yolculuğu
*Aguas Calientes-Machu Picchu 1 saatlik otobüs yolculuğu
Yolculuk tüm beklemeler dahil 2 tam gün sürdü.
Lima’dan Cusco’ya geçtiğimizde, bağlı uçuş yaptığımız için
herhangi bir durakta valiz almamamız gerektiği 2 kez vurgulanmış olsa da
valizlerimizin Lima’da kaldığını, uçağa yüklenmediğini öğrendik. Havayolu
şirketi çalışanlarının eksik bilgi veya iletişimsizlikleri yüzünden orada ufak
bir sıkıntı yaşadık. Fakat daha sonra anlayacaktık ki o valizlerle yolculuğun
geri kalanı çekilmezmiş. Gelmeyen bagajlarımız için gerekli belgeleri
doldurduktan sonra Machu Picchu’ya ulaşım ve giriş biletlerini aldığımız
firmanın yardımıyla Cusco’da ufak bir alışveriş yapıp valizlerde kalan önemli
ihtiyaçları tamamladık. Yalnız şoförümüz o kadar acemiydi ki arabayı stop
ettirmekten bıkmış olacak, balataları yaktı sonunda.
Ollantaytambo’ya vardığımızda trenin hareket etmesine 3 saat vardı. Bu sürede yemek yiyip etrafı dolaştık. Ufak, şirin bir köydü burası. Motosikletten bozma taksilerle doluydu sokaklar.
Ertesi sabah güneşin doğuşuyla düştük yollara. Machu Picchu’ya çıkan otobüslerin yanında oluşan kuyruk, sokağın başından sonuna kadar uzanıyordu. 2 dakikada bir otobüs kalktığı için sıra çabuk geldi bize. Peru’ya has avokadolu sandviçlerimizi ve meyvelerimizi alıp bindik otobüse. Dolana dolana tırmandık dağı. Dar yollardan karşıdan gelen otobüsü bekleyerek, sırayla geçtik her defasında. Otobüsün camından dışarı baktığımda uçaktaymışım gibi hissettim biran.
Machu Picchu’da, yüksek rakımlı olması sebebiyle solunum problemi çekeceğimizi söyleyip uyaranlar olmuştu bizi. Hatta havaalanından itibaren neredeyse her yerde koka yaprağı bulunduruluyordu. Koka yaprağını çiğneyerek solunum probleminizi kaldırıyorsunuz ortadan. Ben yanıma almıştım her ihtimale karşı diyerek ama hiç ihtiyaç hissetmedim. En ufak bir sıkıntı bile çekmedim. Asıl solunum problemini Lima’ya geldiğim gün, o kocaman, gri bulutun altına girdikten sonra çekecektim.
Machu Picchu girişinde biletlerimizi onaylattıktan sonra girişe doğru yöneldik. Kafamı kaldırdığımda o dehşet manzarayı görünce o an dedim: “Bütün bu yorgunluğa değermiş.”
Etrafı gezmek 5 saatimizi aldı. Vaktimiz olsa daha bile oyalanabilirdik. Machu Picchu’yu gören Huayna Picchu’ya tırmanmayı düşündük ama buna ne gücümüz yeterdi ne de vaktimiz. Ben İnka Köprüsü’ne giden yolda bile fena oldum. Bir tarafı uçurum olan 40 cm genişliğindeki yollardan geçmek çok etkileyiciydi. Dağların ihtişamına kapılmamak zordu.
İnka Köprüsü’ne giden yolun başında bir deftere imza attık. Adımızı, uyruğumuzu, gidiş saatimizi yazdık. Belli bir süre sonra dönmediğimiz takdirde arama başlatıldığını öğrendim. “20 dk sonra köprü karşınıza çıkar.” Dedi görevli. Yavaş yavaş gittik yolu. Köprüyü görünce hayrete düştüm. Benim zar zor yürüdüğüm bu yollar, bu ürkütücü köprü 500 yıl önce, tamamen el işçiliğiyle yapılmıştı. Köprüye basmak yasaktı. Bizim için oldukça tehlikeli görünen bu yollar bir zamanlar birilerinin evinin yoluymuş diye düşündüm.
Güney Amerika’nın en güzel duvarını gördük. Taşı taşla bu denli düzgün şekillendirmek nasıl mümkün olabilir diye düşünüyor insan.
Etrafta alpakalar otlarken bir yandan da poz veriyorlardı bize. Bu hayvanların yünleri meşhurdu burada. Özellikle bebek alpakaların yünleri yumuşacık oldukları için oldukça talep görüyordu ve aplakaya kıyasla biraz daha pahalıydı.
Machu Picchu maceramız bittikten sonra Aguas Calientes’e geri döndük. Gözümüze hoş görünen bir restorana girip, meşhur Peru yemeklerinden sipariş ettik. Ben Peru yemeklerine tek kelimeyle ba-yıl-dım. Ceviche (seviçe) adı verilen, limonun asidinde pişmiş balıkları en meşhur yemekleriydi. Her restoranda olmazsa olmazdı. Meksika mutfağı da revaçtaydı Aguas Calientes’te. Onlardan da “guakamole”yi denedik. Bu ana yemek gibi değil de atıştırmalık gibiydi. Domatesli avokado sosunun yanında çıtır kızarmış hamurla servis edildi.
Akşama doğru Cusco’ya varmak üzere bu capcanlı köyden ayrıldık. Cusco’ya vardığımızda hava kararmıştı ve son derece yorgunduk. Ne yazık ki Cusco’da Plaza Mayor diye adlandırılan, tarihi binaların olduğu meydanı gezemedik. Otele girdiğimizde kayıp valizlerimiz gelmiş, odamıza gönderilmişti bile. Ertesi sabah erkenden havaalanına yollandık.
Daha önce hiç katakomp görmemiştim. Açıkçası insan kemiklerinin bu şekilde teşhir edildiğini de hiç düşünmemiştim bu “ölü insan müzesi”ne girerken. İngilizce rehber eşliğinde, önce bir kütüphaneye girdik. 1500’lü yıllara ait 25.000 kitabın bulunduğu bu kütüphaneyi sadece uzaktan izleyebildik. İçerisinde dolaşmak, kitaplara dokunmak yasaktı. Bilimsel araştırmalarda ihtiyaç duyulduğunda ve gerekli yerlerden izin alındığında bu kütüphanedeki kitapların kullanımına izin veriliyormuş. Daha sonra 3 duvarı oymalı ahşap dolaplarla süslenmiş büyük bir odaya girdik. Bu dolaplarda San Francisco’nun kıyafetlerinin saklandığını söyledi rehber. Daha sonra 1500’lü yıllarda şehir mezarlığı olarak kullanılan katakompa inmek için dar, küçük yollardan ilerledik. Allah’a daha yakın olmak için 70.000 kişinin gömülü olduğu bu mezarlık bir süre sonra kapatılmış ve şehir mezarlığı başka bir bölgede belirlenmiş. 1950’lerde düzenlendikten sonra müzeye dönüştürülmüş. Eğilerek geçilecek kadar dar yerleri bulunan bu mezarlıkta, kazılan çukurlara insan kemikleri istiflenmişti. Bir kuyunun dibinde ise kafatasları yer alıyordu. Karanlıkta, daracık yollardan ilerleyip kuyuya baktıktan sonra o manzarayı görmek etkileyiciydi. Bir de ben bunu eşimle birlikte, rehberden ayrılıp kimsenin olmadığı bir anda, “bu kuyu da neyin nesi” diyerek içine bakıp, görmeyi hiç de planlamadığım bir manzarayla karşılaşınca çok etkilendim. O andan sonra havadaki nem ağırlaşmaya başladı, duvarlar toprak kokuyordu. Kendimizi dışarı attığımızda derin bir nefes aldım. Görüp görebileceğim en etkileyici müzeydi.
Ertesi sabah güneşle birlikte uyandık, ama güneşi göremedik tabii koca bulutun ardından. Uçaklar havalanırken bulutun arkasına geçip aniden yok oluyor; sanki başka bir boyuta geçiyorlardı. Biz de havalandık öyle ve başka bir boyuta geçtik sonunda. O bulutun üzerine çıktığımızda sanki pamuk tarlasında gibiydik. Güneş bulutlara çarpıyor, masmavi gökyüzü içimi ısıtıyordu. Ben güneşe bu kadar mı muhtaçmışım, bilmiyordum.
Cusco sokakları |
Cusco, geleneksel kıyafetli teyze |
Cusco sokakları |
Cusco'da et satan bir dükkan |
Ollantaytambo’ya vardığımızda trenin hareket etmesine 3 saat vardı. Bu sürede yemek yiyip etrafı dolaştık. Ufak, şirin bir köydü burası. Motosikletten bozma taksilerle doluydu sokaklar.
Motor taksi |
Ollantaytambo, bana özel güllü tabak :) |
Peru'nun meşhur İnca kolası. Coco Cola satın almış olmasına rağmen tadında bir değişiklik olmadığını öğrendim. Tadı hani şekerli sakızlar olur ya, işte aynı onlara benziyordu. |
Trenin iç dekorasyonu |
Kendi vatandaşını 3 dolara turisti 46 dolara götüren trene
bindik sonunda. 90 kmlik yolu virajlardan dolayı 2 buçuk saatte aldık. Ve bu
tatil boyunca bulunmaktan en çok zevk aldığım yere, Aguas Calientes’e vardık. 4
yanı And Dağları’yla çevrili, ortasından Aguas Calientes Nehri geçen, bir yamaca
kurulmuş bu küçük yerleşim yeri capcanlıydı. Her yerde Peru yemekleri yapan
şirin restoranlar, 70 milletten turist, bir yanda Peru’lu teyzeler, tren
gelirken koşuşturan çocuklar… Burada tatil heyecanı alev alevdi.
Sırt çantalarımızı otele atıp dolaşmaya çıktık hemen. Alpaka
yününden örülmüş kazaklar, kaşkollar, şallar, Peru’ya has el sanatlarıyla
süslenmiş eşyalar, kolyeler, gümüşler… Heryer rengarenkti. Biz asıl
alışverişimizi Lima’ya saklamış olsak da orada birkaç ufak şey almaktan
alıkoyamadık kendimizi.
Ertesi sabah güneşin doğuşuyla düştük yollara. Machu Picchu’ya çıkan otobüslerin yanında oluşan kuyruk, sokağın başından sonuna kadar uzanıyordu. 2 dakikada bir otobüs kalktığı için sıra çabuk geldi bize. Peru’ya has avokadolu sandviçlerimizi ve meyvelerimizi alıp bindik otobüse. Dolana dolana tırmandık dağı. Dar yollardan karşıdan gelen otobüsü bekleyerek, sırayla geçtik her defasında. Otobüsün camından dışarı baktığımda uçaktaymışım gibi hissettim biran.
Avokadolu sandviç |
Coca çayı |
Coca reçeli |
Coca poşet çayı |
Machu Picchu’da, yüksek rakımlı olması sebebiyle solunum problemi çekeceğimizi söyleyip uyaranlar olmuştu bizi. Hatta havaalanından itibaren neredeyse her yerde koka yaprağı bulunduruluyordu. Koka yaprağını çiğneyerek solunum probleminizi kaldırıyorsunuz ortadan. Ben yanıma almıştım her ihtimale karşı diyerek ama hiç ihtiyaç hissetmedim. En ufak bir sıkıntı bile çekmedim. Asıl solunum problemini Lima’ya geldiğim gün, o kocaman, gri bulutun altına girdikten sonra çekecektim.
Machu Picchu |
Machu Picchu girişinde biletlerimizi onaylattıktan sonra girişe doğru yöneldik. Kafamı kaldırdığımda o dehşet manzarayı görünce o an dedim: “Bütün bu yorgunluğa değermiş.”
Bu bölge 15. Yüzyızlda, İnkalı bir hükümdar tarafından inşa
ettirilmiş. İspanyol istilacıları her yeri işgal ederken, dağlar arasında
kalmış Machu Picchu’yu farkedememiş ve bu sayede zarar da verememişler. Hatta
öyle iyi saklanmış ki bu bölge, tam 500 yıl sonra, 1911 yılında yeniden
keşfedilmiş.
Bu kadar etkileneceğimi düşünmemiştim ben de. Ama insanın
gözbebeklerine sığmayan dağların arasındaki bu düzlükte, 1400’lü yıllarda, taşı
taşla yontarak oluşturulmuş bu yapıları görünce büyülendim resmen.
Etrafı gezmek 5 saatimizi aldı. Vaktimiz olsa daha bile oyalanabilirdik. Machu Picchu’yu gören Huayna Picchu’ya tırmanmayı düşündük ama buna ne gücümüz yeterdi ne de vaktimiz. Ben İnka Köprüsü’ne giden yolda bile fena oldum. Bir tarafı uçurum olan 40 cm genişliğindeki yollardan geçmek çok etkileyiciydi. Dağların ihtişamına kapılmamak zordu.
İnka Köprüsü'ne giden yol |
İnka Köprüsü |
İnka Köprüsü’ne giden yolun başında bir deftere imza attık. Adımızı, uyruğumuzu, gidiş saatimizi yazdık. Belli bir süre sonra dönmediğimiz takdirde arama başlatıldığını öğrendim. “20 dk sonra köprü karşınıza çıkar.” Dedi görevli. Yavaş yavaş gittik yolu. Köprüyü görünce hayrete düştüm. Benim zar zor yürüdüğüm bu yollar, bu ürkütücü köprü 500 yıl önce, tamamen el işçiliğiyle yapılmıştı. Köprüye basmak yasaktı. Bizim için oldukça tehlikeli görünen bu yollar bir zamanlar birilerinin evinin yoluymuş diye düşündüm.
Machu Picchu, Güney Amerika'nın en güzel duvarı |
Machu Picchu, Güney Amerika'nın en güzel duvarı |
Güney Amerika’nın en güzel duvarını gördük. Taşı taşla bu denli düzgün şekillendirmek nasıl mümkün olabilir diye düşünüyor insan.
Alpaka |
Etrafta alpakalar otlarken bir yandan da poz veriyorlardı bize. Bu hayvanların yünleri meşhurdu burada. Özellikle bebek alpakaların yünleri yumuşacık oldukları için oldukça talep görüyordu ve aplakaya kıyasla biraz daha pahalıydı.
Machu Picchu maceramız bittikten sonra Aguas Calientes’e geri döndük. Gözümüze hoş görünen bir restorana girip, meşhur Peru yemeklerinden sipariş ettik. Ben Peru yemeklerine tek kelimeyle ba-yıl-dım. Ceviche (seviçe) adı verilen, limonun asidinde pişmiş balıkları en meşhur yemekleriydi. Her restoranda olmazsa olmazdı. Meksika mutfağı da revaçtaydı Aguas Calientes’te. Onlardan da “guakamole”yi denedik. Bu ana yemek gibi değil de atıştırmalık gibiydi. Domatesli avokado sosunun yanında çıtır kızarmış hamurla servis edildi.
Aguas Calientes'te gittiğimiz ilk restoran |
Ceviche |
Guakamole |
Makarna |
Aguas Calientes'te gittiğimiz ikinci restoran. |
Peynirli, sütlü, soğan çorbası. Soğanlar halka halka doğranmıştı ve tadı müthiş güzeldi. |
Ceviche |
Aguas Calientes'te bir pastane. |
Tres leches tatlısı. 3 katmandan oluşan ve 3 katmanı da sütle yapılan bir tatlı. |
Akşama doğru Cusco’ya varmak üzere bu capcanlı köyden ayrıldık. Cusco’ya vardığımızda hava kararmıştı ve son derece yorgunduk. Ne yazık ki Cusco’da Plaza Mayor diye adlandırılan, tarihi binaların olduğu meydanı gezemedik. Otele girdiğimizde kayıp valizlerimiz gelmiş, odamıza gönderilmişti bile. Ertesi sabah erkenden havaalanına yollandık.
Aguas Calientes’te alev alev yanan ateş Lima’ya indiğimizde,
söndü gitti. Yılın her günü kocaman gri bir bulutun altında kalan Lima’da
kendimi kapalı bir kutudaymışım gibi hissettim. Güneşi görmek istedim. Hava her
an yağacakmış gibi gri ama hiçbir zaman yağmıyor. O koca buluttan çiğ taneleri
düşüyor üzerinize, hissediyorsunuz. Bu sayede her yer yeşil kalırken siz hiçbir
zaman yağmur çilesi çekmiyorsunuz. Akşamları oldukça serin oluyor.
Lima’da 1 buçuk günümüz vardı. İlk gün “eyvah” dedim.
“Eyvah, nasıl geçecek burada zaman? İyi ki tatilimizin asıl amacı Lima
değilmiş.” Dedim. 2. Gün biraz daha sevdim Lima’yı. Bir kere Brezilya’ya göre
çok daha ucuzdu. Taksi Türkiye’dekinden de ucuzdu. Ücreti 60 sol duyacağımı
sandığımda 15 sol’ü duymak şaşırtıcıydı. Taksi gerçekten ucuzdu Peru’da. Keza
yemekler de öyle. En lüks restoranlar bile Brezilya’nın herhangi bir
pizzacısından daha ucuzdu. Bu abartı değil.
Yucca bitkisini deniz ürünlerinde kullanmayı seviyorlar; yucca yatağında balık (Yuccanın tadı aynı kişnişe benziyordu). |
Trafikte yeni araç görmek imkansız gibiydi. Araçların büyük
bir kısmı çok eski olmakla birlikte resmen dökülüyordu. Taksilerin bir kısmı
siyah, bir kısmı beyaz, bir kısmı da sarıydı. Bu renk farklılığı neye göre
ayrılıyordu bilmiyorum.
Benzinin litresi tam tamına 17 sol’dü. Otogazın fiyatı ise 1
sol. Bu sebeple çoğu araç gaz kullanıyordu. Taksi de bu nedenle ucuzdu sanırım.
Lima’nın Miraflores semtinden eski Lima’ya yani tarihi binaların
olduğu yere gitmek için taksiye bindik. Perulular mı çok konuşkan insanlardı
yoksa bize mi öyleleri denk geldi bilmiyorum ama taksi şoförü muhabbetliydi.
Bize bir restoran önerdi. Eşim de restoranın adını ve adresini not almak için
cep telefonunu çıkardı cebinden. Bunun üzerine şoför heyecanla “Sakla, sakla
telefonu.” Diye uyarıda bulundu. “Buralarda kapıyı açar, telefonu alıp
giderler. Bak bu caddede birkaç yıl öncesine kadar adamları kesiyorlardı. Polis
bile girmezdi buraya. Hele akşam 8’den sonra hiç çıkılmaz burada.” Diyince
eyvah dedim bir kez daha. Ben Rio’da bile bu kadar korkmadım ki. Hem bu
korkuyla şehir mi dolaşılırmış yahu. Fotoğraf makinesi ve kameramızı yanımıza
almadığımıza şükrettik bir kez daha. Buraların tehlikeli olduğunu duymuştuk ama
bu denli mi? İşte bunu bilmiyorduk. Gerçi bütün apartmanların ön bahçe
kapısının üzerinde elektrikli teller mevcut hırsızlıklara önlem amacıyla.
Şehrin eski merkezine vardığımızda etraf turist kaynıyordu. Her
köşede de 2’şer polis memuru nöbetteydi. Derin bir oh çektik o an. Binaları
inceledik. Kiliselere girdik, çıktık. İstiklal Caddesi’ne benzeyen bir caddede
yürüdük.
Sonra San Francisco Kilisesi’ni gezdik. Daha doğrusu kilise
aktif olarak kullanıldığı için turist gibi gezemedik ama içinde girip kısa bir
tur atma fırsatımız oldu. Daha sonra kilisenin hemen yanında bulunan katakompa,
7 sol’e giriş bileti aldık. “Katakomp; ilk Hristiyanların kayaları oyarak veya
yer altını kazarak uzun dehlizler biçiminde yaptıkları, ölülerini gömdükleri
veya tapınak olarak kullandıkları mezarlık (TDK).”
San Francisco Kilisesi |
Katakomp, mezarlara istiflenmiş kemilker |
Daha önce hiç katakomp görmemiştim. Açıkçası insan kemiklerinin bu şekilde teşhir edildiğini de hiç düşünmemiştim bu “ölü insan müzesi”ne girerken. İngilizce rehber eşliğinde, önce bir kütüphaneye girdik. 1500’lü yıllara ait 25.000 kitabın bulunduğu bu kütüphaneyi sadece uzaktan izleyebildik. İçerisinde dolaşmak, kitaplara dokunmak yasaktı. Bilimsel araştırmalarda ihtiyaç duyulduğunda ve gerekli yerlerden izin alındığında bu kütüphanedeki kitapların kullanımına izin veriliyormuş. Daha sonra 3 duvarı oymalı ahşap dolaplarla süslenmiş büyük bir odaya girdik. Bu dolaplarda San Francisco’nun kıyafetlerinin saklandığını söyledi rehber. Daha sonra 1500’lü yıllarda şehir mezarlığı olarak kullanılan katakompa inmek için dar, küçük yollardan ilerledik. Allah’a daha yakın olmak için 70.000 kişinin gömülü olduğu bu mezarlık bir süre sonra kapatılmış ve şehir mezarlığı başka bir bölgede belirlenmiş. 1950’lerde düzenlendikten sonra müzeye dönüştürülmüş. Eğilerek geçilecek kadar dar yerleri bulunan bu mezarlıkta, kazılan çukurlara insan kemikleri istiflenmişti. Bir kuyunun dibinde ise kafatasları yer alıyordu. Karanlıkta, daracık yollardan ilerleyip kuyuya baktıktan sonra o manzarayı görmek etkileyiciydi. Bir de ben bunu eşimle birlikte, rehberden ayrılıp kimsenin olmadığı bir anda, “bu kuyu da neyin nesi” diyerek içine bakıp, görmeyi hiç de planlamadığım bir manzarayla karşılaşınca çok etkilendim. O andan sonra havadaki nem ağırlaşmaya başladı, duvarlar toprak kokuyordu. Kendimizi dışarı attığımızda derin bir nefes aldım. Görüp görebileceğim en etkileyici müzeydi.
Müzeden çıktıktan sonra, o canlı caddede yürürken sokak
müziği yapan bir gruba rastladık. Dört kişilik grubun dördü de âmâydı. O kadar
güzel müzik yapıyorlardı ki, insanın içine işliyordu sanki. Müziğin dili
evrenseldir. Ben İspanyolca bilmiyorum ama hissettim o evrensel dilin anlamını.
Daha sonra kıyı şeridinde, kayaların içinde kurulmuş bir
alışveriş merkezi olan Larcomar’a gidip muhteşem Peru yemekleri yedik.
Lima, Larcomar AVM |
Lima, Larcomar AVM'den okyanus manzarası |
Ne yazık ki adını unuttuğum tatlı. |
Bollos de maíz (mısır keki) |
Ertesi sabah güneşle birlikte uyandık, ama güneşi göremedik tabii koca bulutun ardından. Uçaklar havalanırken bulutun arkasına geçip aniden yok oluyor; sanki başka bir boyuta geçiyorlardı. Biz de havalandık öyle ve başka bir boyuta geçtik sonunda. O bulutun üzerine çıktığımızda sanki pamuk tarlasında gibiydik. Güneş bulutlara çarpıyor, masmavi gökyüzü içimi ısıtıyordu. Ben güneşe bu kadar mı muhtaçmışım, bilmiyordum.
Sao Paulo aktarmalı yolculuğumuz Brasilia’da son buldu
nihayet. Akşam 8’de evimizdeydik şükür. 6 günlük tatilde o kadar özlemişim ki
evimi. Prenses’imiz bizi pencereden miyavlayarak karşıladı sokakta. Öptüm,
öptüm hasret giderdim kediciğimle. Brasilia’yı bir kez daha, ne kadar çok
sevdiğimi farkettim. Kediciğime baksın diye tereddütsüz evimin anahtarını teslim
ettiğim Brezilyalı dostlarım, pencerede özlemle bekleyen bir kedim, odaları
güneşle ısınan bir evim var benim.
Fotoğraflar eşim Mehmet Emin CİHAN'a aittir.
Fotoğraflar eşim Mehmet Emin CİHAN'a aittir.
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Aguas Calientes |
Machu Picchu |
Huayna Picchu |
Machu Picchu |
Machu Picchu |
Tarım alanları |
Tarım alanları |
Machu Picchu |
Ana giriş kapısı |
Törenlerin yapıldığı seremoni taşı |
Machu Picchu |
Machu Picchu |
Üst kota ulaşmayı sağlayan basamaklar |
Şekillendirilen taşların hammaddesi granitler |
Machu Picchu |
Machu Picchu |
İnka evleri |
İnka evleri |
İnka evleri |
Machu Picchu |
Tapınak |
Machu Picchu |
Tapınak |
Machu Picchu |
İnka evleri |
İnka evinde pencereleri de taşla örülü yatak odası |
İnka evleri |
İnka evleri |
Lima, Parque de la reserva. Tünel havuz. |
Lima, şehir merkezi |
Lima, şehir merkezi |
Lima, şehir merkezi |
Lima, şehir merkezi |
"Lima'da çamaşırlar" adlı eser :) |
Lima, şehir merkezi |
Lima, San Francisco Kilisesi |
Lima'da bir trafik polisi |
Lima, şehir merkezi |
Lima, şehir merkezi |
Lima'da bir kilise |
Lima'da bir nikaha denk geldik |
Lima, panoramik şehir merkezi |
Lima, panoramik şehir merkezi |
Habas, Lima fasülyesinin kurutularak elde edilen yemişine verilen isim. Uçakta verildi atıştırmalık olarak. Tadı kabak çekirdeğine benziyordu ve gerçekten çok güzeldi. |
Pakette toz olarak satılan maamorra moradanın yapılmış hali. |
Bu da chicha moradanın bonbon şeker olmuş versiyonu. |
Ve bir de video yaptık :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)